Kategoriler
OKUMA KÜLTÜRÜ SAHAFÇI'NIN GÜNLÜĞÜ

BİR SAHAFÇI’NIN GÜNLÜĞÜ 1

Doğa topraktan yeniden fışkırmıştı köyümde. Ekinler sürgün vermişti. Ağaçların boyunları bükülmüştü meyvelerinden. Köyümün içinden geçen akarsu nazlı ve coşkun akardı. Yazları iple çekerdim. Yan yana yapıştırılmış evlerin olduğu, dar sokakların olduğu mahallemin dışında bambaşka dünyaya, bambaşka yaşamlara açılırdı köyüm. Hiçbir betona rastlamadan özgürce koşardım. Kerpiştendi dedemin evi, her sabah uyandığımda mertekleri sayardım ve sabahları yayılmaya giden, ahırdan çıkan hayvanları…

Hayatımda kalıcı birkaç izden biriydi köyde geçirdiğim zamanlarım. Bir yaz günüydü köyde. Babam işleri nedeniyle bizi köye bırakır giderdi ve ara sıra haftasonları gelirdi. Zihnimi yokladığımda 4. sınıfı okuyacaktım o yazdan sonra. O yaz günlerinden birinde, bir sabah uyandığımda babam gelmişti, namaz kılıyordu. Selam verdikten sonra döndü ve bana "Amcan kitapçı dükkanı açtı" dedi. Bu cümle hayatımda neleri değiştirecekti o an anlamadım. Nedensiz sevindim. Belkide Amcamın bir iş yapıyor olmasıydı sevinmemin nedeni bilmiyorum.

O zamanlar küçüktük ama büyüktükte. Mahalleden aşağıya çarşıya o yaşlarda yalnız başımıza yürür, inerdik. Maraş büyümemişti henüz, şişmanlamamıştı.

Bir işhanı, sakin yaz günü serin içerisi, üst katlara çıkmak için uzun merdivenler. İşhanının ikinci katı, küçük bir dükkan yer halı, birkaç raf, biraz kitap. Amcamın dükkanıydı orası. Amcam "Boş durma gelip git, hem yardım edersin, hem haftalık veririm."demişti. O yaşta iş sahibi olmuştum. Sorumluluk sahibi, dükkanın anahtarı cebimdeydi. Sabahları açardım, yerleri siler, küçük tüpün üzerinde alimünyum çaydanlığı doldurur çayı koyardım. Amcam her gün 9 gibi gelirdi. Oda mahalleden aşağıya yürürdü. Yürümek yoksul  ve kenar mahalle insanlarının tek ulaşım aracıydı çünkü.

Amcam üniversitenin tarih bölümünü bitirmiş, arkasından sahafçı dükkanı açmıştı. Biraz iş sıkıntısından, biraz yokluktan. Bu benim yorumum tabi Amcamın gözlerinde hiçbir zaman bunun sıkıntısını görmedim, duygularını çok belli etmezdi. Sabahları dükkana gelince gözleri ile şöyle bir tarardı dükkanı, titizdi, eksik bir şey varsa "şunu yap" demez, eline  bezi alır silerdi. Masasına oturunca ilk işi gazetesini alır okumaya başlardı. Ben çayları doldururdum. "Boş durma bir kitap al oku" derdi. Yaşıma uygun kitaplar çok yoktu. Alırdım elime bir ansiklopedi rasgele açardım. Bu rasgele açmalarım zamanla ilgi ve merağa döndü. Birçok ansiklopdi bitirdim. Evet yanlış duymadınız. Akşama kadar radio ve tvnin olmadığı çok kişinin gelip gitmediği bir dükkanda saatlerce okumaya başladım, amcamın sayesinde. Raflarda Necip Fazıllar, Mustafa Miyasoğlu, Sezai Karakoçlar vs. Kitaplarının kapağın açtığımda ya kendi ismi yazılıydı amcamın ya arkadaşlarının. Dükkanı açarken kendi kitaplarını koymuş, arkadaşlarıda desteklemişti. Kitapları karıştırırken bunu anladım.

Raflardaki kitaplar türlere ayrılmıştı, Düşünce, roman vs. diye. Kağıtlara yazmış rafların üzerine yapıştırmıştı. Çizime ve boyamaya eli yatkındı amcamın, dükkanın ismini kendi yazıp boyamıştı.

En ilginç anlar ise ikindiden sonra arkadaşları gelirdi hemen hemen hergün. Çayı demlerdik onlar gelmeden. Konuşabileceği insanlar gelince neşelenirdi amcam. Birçok insan toplanırdı. Çay servisi yapar konuşulanları anlamaya çalışırdım. Hepsi ciddi adamlardı. Konuşmalardan pek bir şey anlamıyordum o yaşlarda ama hepsinin elinde kitap ciddi konuşmalar olduğunu anlıyordum. Konuşmalardan aklımda kalan sözcükler "Türkiye, Büyük doğu, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İslam, Diriliş vs." Konuşmalarla ilgili kitapları karıştırdığımda bir sürü bilmediğim sözcükler, farklı anlatımlar olurdu. Her defasında elime aldığım kitapları kapatırdım. Her gün bu meclis kurulurdu dükkanda  5,10 kişi olurdu. Okuyan, yazan, çizen, düşünen, hareket eden insanlardı. Saatlerce konuşurlardı ben çaylarını doldurur dinlerdim. Arada kitap satmaya gelen olursa ben ilgilenirdim. Şimdi düşünüyorumda o adamların bir meseleleri vardı. Meseleleri kendileri değildi "memleket"ti islam alemiydi. Kitle iletişim araçlarının olmadığı, telefonun yayınlaşmadığı bir zamanda meselesi olan "dostların" buluşma yeriydi sahafçı dükkanı. Yazarlar değerlendirilir, kitaplarla ilgili konuşurlur, arada kitaplar bırakılır, alınır, verilirdi.

Dedim ya titiz bir adamdı. Ulu cami yakındı dükkana. Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle kılardı. Mutlaka benide götürürdü camiye. dükkanı kapatırdık. Namazımızı kılardık. Dükkanda arkadaşı veya misafiri varsa onuda götürürdü namaza. Öğle namazıysa kıldığımız namazdan sonra bakkala uğrardık. Yemeğimiz belliydi. Bir baş soğan, birkaç domates, salatalık, 50 gram peynir. Misafirimiz varsa yemekte ki çoğu zaman olurdu. Peynir 100 grama çıkardı. İkimizsek bir ekmek çoksak iki ekmek alırdık. Hepimize yeterdi. Masaya eski gazeteleri açardım. Domates ve salatalıkları yıkardım. Onları doğrar, soğanı, peyniri dilimlerdi. Bir sürahi soğuk su doldururdum çeşmeden, hava sıcaksa biraz akıtırdım. Buz gibi su olurdu. Pınarbaşı suyu derdi amcam o suya. Pınarbaşı'nın suyunun önemli ve güzel olduğu mesajını iletirdi arasıra bana. Doymayacağımı düşündüğüm sofradan tıkabasa doyarak kalkardık. Her yemekten sonra yemek duası ederdi. Ve tek tek ekmek kırıntıları düşmüşse toplar, düşmemişse gazeteye parmağını ıslatıp bastırarak yerdi. Ekmeği önemserdi kitaplar gibi amcam.

Bitmez bir enerjisi vardı. Okuduğu kitapların yazarı yaşıyorsa ya da gazetede köşe yazarının yazısına cevap yazardı. El yazısı ile postane yakındı dükkana zarfın içerisine koyar bana verirdi. Ben postaya verirdim. Ellerimle mektup atmasını ondan öğrendim ben. Hiç boş durdurmazdı. Elime bir kitap verirdi "oku" derdi. Bende kendi tercihime göre okumak için o demeden o yaşta anlayabileceğim kitapları alırdım elime. Hemen hemen yaz olmasına rağmen her gün kitap satmaya gelirdi insanlar. Dergiler, çizgi romanlar, ansiklopediler, ders kitapları. Gelen insanların çantasından neler çıkacağını yalnız Allah bilirdi. Her açılan çanta hem amcamı hem beni heyecanlandırırdı. Neler çıkacak diye düşünülürdü. Maddi imkanlar kısıtlıydı o zamanlar, kitapları alınca bir defterimiz vardı ona yazardık sonra ödeyebilmek için. İnsanlar yinede kitaplarını satardı. Kitapları aldıktan sonra raflara koyardım. Kendi beğendiği kitap olursa okumak için kenara koyardı. Çizgi roman vs çıkınca hoşlandığımı bilir yerine koy diye bana verirdi. O kitapları okumak istediğimi anlardı. İlk hoşlanarak okuduğum kitaplar aklımda kaldığı kadarı ile Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun romanlarıydı. Eski Türk'leri anlatan kitaplardı, macera ve cenk olurdu içinde. Bazen beğendiğim kitabı aynı gün birkaç defa gözden geçirirdim.  Çok beğenmiştim Kozanoğlu'nun kitaplarını, Gültekin, Sencivanoğlu, Kolsuz Kahraman, Atlı Han,Kızıltuğ vs. Ne kadar kitabı varsa birkaç defa okumuştum. Roman denilen türle böyle tanıştım. Okuduktan sonra sorardım amcama bunlar gerçek mi diye. Tarihçi olması benim için bir fırsata dönüşmüştü şimdi anlıyorum. Tek tek ve uzun uzun anlatırdı.

Sahafçı çıraklığımın ilk zamalarıydı. Kozanoğlu'nun dışında en sevdiğim şey ise Resimli Romanlardı. Diğer adıyla Foto Roman. Bir dönem çok yaygınmış. Torba torba gelirdi. Aşk filmleri gibiydi. Belki o zamanlar yüzlerce okumuşumdur. Amcam onları pek okumamı istemezdi. Ben kaşla göz arasında okurdum onları.  Kozanoğlu'nun kitapları o yıllardan sonra uzun süre basılmadı. Geçenlerde gördüm Bilim-Kültür basmaya başlamış. Nedense sevindim basılmasına öğrenince.

Kozanoğlu'nun romanları çok etkilemişti beni. Hayal kurdurmaya başlamıştı. Uzun ayrıntılı konulu hayaller, bu serinin en büyük bana faydası sanırım bu oldu. Kah elimde kılıç Orta Asya'da atın üzerinde koşturuyordum kah yardıma muhtaç birine yardım ediyordum. Bir şeyi tetiklemişti Kozanoğlu bende, büyük adam ve kahraman olabilme duygusunu. Belki bu başka bir yazının konusudur, başka bir zamanın.  Bir yiğit vatanı, yurdu için canhıraş koştururken bu kitaplardaki dünyada, elime foto roman aldığımda başka bir dünyanın kapıları açılırdı. Resimle yazının birleştiği bir türdü. Modern hayatın ipuçlarını taşıyordu foto romanlar, ilginçti. Ayrılıklar, aşk, lüks arabalar, yatlar, katlar. Bunlar büyük şehirlerin büyük olaylarıydı.

Akşam olduğunda birlikte dükkanı kapatırdık. Postahane'nin yanından Batırpark'a çıkardık. Orada arkadaşları olurdu. Bazen onlarla oturdum, çoğu zamanda mahallede arkadaşlarla oyun oynamak için arazi olurdum.

 

 

Yazar Hulusi DEMİR

Kitapların içinden çıkan bir kahraman değildim ben, kitapların içine giren bir ayrıntıydım...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.